30 Haziran 2007 Cumartesi
28 Haziran 2007 Perşembe
Kök Hücre Nakli
Aslında benim Kore ve kök hücre maceram bir değil bir çok yazıya konu olacak kadar uzun. Kök hücre naklinden haberdar oluşum, internette fellik fellik mail adresi arayışım, bulduğum adreslere umutla yazışım, sonunda Histostem'le temas kuruşum, HLA testi yaptırıp sonuçlarını ve MR'ımı gönderişim, tedaviye uygun bulunuşum, gerekli paranın iki ay gibi kısa bir süre içerisinde el birliğiyle toparlanışı, ailecek Kore'ye uçuşumuz, öncesiyle sonrasıyla ameliyat, Türkiye'ye dönüşümüz ve altı ay sonra, bu kez Aydan'ı Misket ve Moli'yle geride bırakarak ikinci ameliyat için gidişimiz ayrı birer yazı konusu ve yazar mıyım henüz bilmiyorum ama bu kez sadece oldukça fazla merak edilip sorulan ameliyattan bahsedeceğim.
HLA testi sonuçlarına göre bana uyan kordon kanının bankalarında bulunduğunu öğrenmemizden ve ameliyata uygun olduğuma karar verilmesinden sonra geriye New Life Foundation'a bağışlamamızı istedikleri 50,000$'ı denkleştirmek ve uçuş tarihimizi belirlemek kalmıştı. Parayı hala inanmakta güçlük çektiğimiz bir süratle toparladıktan sonra 22 Nisan 2005'te Seul uçağına bindik.
New Life Clinic'te bir süre kalıp Kore hükümetinden gerekli iznin çıkmasını bekledikten sonra 9 Mayıs'ta Hanyang Üniversitesi Hastanesi'ne yattım. Çeşitli testler yapıldı, röntgen ve MR çekildi. Ameliyatı yapacak olan doktor, Prof. Jae Min Kim'i daha tanışır tanışmaz çok sevmiş ve büyük bir güven duymuştuk. Sanırım ameliyata girecek olan kişi ve ailesi için en önemlisi de bu.
10 Mayıs sabahı ameliyata girdim. Ameliyathaneye gittiğimde başımda bone, üzerimde de sadece yeşil bir önlük vardı. Annemlerle ameliyathanenin kapısında ayrıldık. Hastabakıcı beni içeride ameliyatı bekleyen diğer hastaların yanına götürüp bıraktı. Baktım, içlerinde en genç bendim. Hepimiz bonelerimiz ve yeşil önlüklerimizle sedyelerimiz üzerinde yatıyor, neler olacağını bilmemenin yarattığı hafif bir endişe ve heyecanla sessizce etrafımıza bakıyorduk. Çoğu genç olan ve maskeleri ardında hepsi birbirinin aynıymış gibi görünen doktorlar ara sıra yanımızdan geçiyor, bize kısaca bakıyorlardı. Göz göze geldiklerime gülümsediğimi hatırlıyorum. Gülümsediğim belki benim doktorlarımdan biriydi, belki değildi, bilmiyordum. Muhtemelen proseförler gelmeden önce ameliyathaneyi ve hastayı hazırlayan asistanlardı. Sonra gelip beni aldılar ve parlak ışıklarla aydınlanmış ameliyathaneye götürdüler. Sedyenin üzerinden ameliyat masasına geçirdiler. İşaret parmağımın ucuna kıskaç gibi bir şey taktılar, muhtemelen özel bir ismi vardır, bilmiyorum. Sonra içlerinden birinin, "Ona kadar sayar mısın Kanan Kim," dediğini hatırlıyorum. Kore'de kimseye Canan dedirtemedik zaten, hastaneye girişimi yaptırırken ismimi Kore harfleriyle Kanan okunacak şekilde yazmışlar, çıkana kadar Kanan kaldım. Kaça kadar sayabildim, bilmiyorum. Saymaya başlayabildiğimden bile emin değilim :) Aşağıya ameliyatın iki bölüm halindeki görüntülerini ekliyorum.
Görüntüler, 3-4-5 ve 6. omurların çıkarılmasından sonra başlıyor. Açık olan omurilik zarı doğası gereği kapanma eğiliminde olduğu için açık halde sabitleniyor. Omurilikteki beyazımsı alanlar, hasarlı bölgeler. Kırmızı damarlı alanlar ise sağlıklı bölgeler. Beyaz alanlara çeşitli noktalardan toplam 10cc kök hücre enjekte ediliyor. Sonradan konan pişmaniyeye benzer maddeler tamamen doğalmış ve vücutta zamanla yok oluyormuş. Ameliyat sırasında omuriliğin zara yapışmış olan kısımları da ayrılıyor. Doktorum ayrıca omuriliğe baskı yapan bir omuru hafifçe geri çektiğini söyledi. Görüntülerde son olarak omurların yerlerine yerleştirilmiş ve titanyum çivilerle sabitlenmiş olduğu görülüyor. Süslü omurlarım olduğunu söylersem yalan olmaz :)
5 saat süren ameliyattan sonra yoğun bakım ünitesinde kendime geldim. Gözlerimi açtığımı, davul gibi şiş hissettiğimi, sonra annemin yanıma geldiğini hatırlıyorum. Meğer aşağıdaki bekleme alanındaki ekran aracılığıyla ameliyathaneden bilgi alabiliyorlarmış. İlk sütunda hastanın ismi, ikincide cinsiyeti, üçüncüde yaşı, dördüncüde ameliyatın türü, beşinci sütunda ise o sırada hangi aşamada olduğu yazıyor. Kırmızı yazı hastanın ameliyatta olduğu, lacivert yazı ise ameliyata hazırlandığı anlamına geliyor.
Ameliyatın on beşinci gününde hastaneden taburcu oldum. İlk haftası biraz zor geçti, zorluğun sebebi büyük ölçüde mide bulantısı ve istifralardı. Ağrı ve uyuma güçlüğü de oldu ama uyuyabilmeye başladıktan sonra her şey hızla iyiye gitti. İkinci hafta ilkine nazaran oldukça rahat geçti. Hastanenin beşinci katındaki bahçeye sık sık çıktık. Hastanedeki en sevdiğimiz yer olduğunu söyleyebilirim :) Ameliyat bölgesine bu arada düzenli olarak pansuman yapıldı. Önce kan torbası çıktı, sonra dikişlerin yarısı, 11. gün de geri kalanı alındı. 12. gün en mutlu günümdü çünkü saçlarımı yıkamamıza izin verdiler :) 15. gün hastaneden kliniğe döndük ve dönüş tarihini beklemeye koyulduk.
25 Kasım 2005'te yukarıda anlattıklarım tekrarlandı. Doktorum ilk ameliyat sırasında gördüğü beyazımsı alanların küçüldüğünü söyledi ve buna elbette çok sevindik. Şimdi üçüncü ameliyat için Kore'den haber bekliyoruz. Bakalım bundan sonra ne olacak :)
HLA testi sonuçlarına göre bana uyan kordon kanının bankalarında bulunduğunu öğrenmemizden ve ameliyata uygun olduğuma karar verilmesinden sonra geriye New Life Foundation'a bağışlamamızı istedikleri 50,000$'ı denkleştirmek ve uçuş tarihimizi belirlemek kalmıştı. Parayı hala inanmakta güçlük çektiğimiz bir süratle toparladıktan sonra 22 Nisan 2005'te Seul uçağına bindik.
New Life Clinic'te bir süre kalıp Kore hükümetinden gerekli iznin çıkmasını bekledikten sonra 9 Mayıs'ta Hanyang Üniversitesi Hastanesi'ne yattım. Çeşitli testler yapıldı, röntgen ve MR çekildi. Ameliyatı yapacak olan doktor, Prof. Jae Min Kim'i daha tanışır tanışmaz çok sevmiş ve büyük bir güven duymuştuk. Sanırım ameliyata girecek olan kişi ve ailesi için en önemlisi de bu.
10 Mayıs sabahı ameliyata girdim. Ameliyathaneye gittiğimde başımda bone, üzerimde de sadece yeşil bir önlük vardı. Annemlerle ameliyathanenin kapısında ayrıldık. Hastabakıcı beni içeride ameliyatı bekleyen diğer hastaların yanına götürüp bıraktı. Baktım, içlerinde en genç bendim. Hepimiz bonelerimiz ve yeşil önlüklerimizle sedyelerimiz üzerinde yatıyor, neler olacağını bilmemenin yarattığı hafif bir endişe ve heyecanla sessizce etrafımıza bakıyorduk. Çoğu genç olan ve maskeleri ardında hepsi birbirinin aynıymış gibi görünen doktorlar ara sıra yanımızdan geçiyor, bize kısaca bakıyorlardı. Göz göze geldiklerime gülümsediğimi hatırlıyorum. Gülümsediğim belki benim doktorlarımdan biriydi, belki değildi, bilmiyordum. Muhtemelen proseförler gelmeden önce ameliyathaneyi ve hastayı hazırlayan asistanlardı. Sonra gelip beni aldılar ve parlak ışıklarla aydınlanmış ameliyathaneye götürdüler. Sedyenin üzerinden ameliyat masasına geçirdiler. İşaret parmağımın ucuna kıskaç gibi bir şey taktılar, muhtemelen özel bir ismi vardır, bilmiyorum. Sonra içlerinden birinin, "Ona kadar sayar mısın Kanan Kim," dediğini hatırlıyorum. Kore'de kimseye Canan dedirtemedik zaten, hastaneye girişimi yaptırırken ismimi Kore harfleriyle Kanan okunacak şekilde yazmışlar, çıkana kadar Kanan kaldım. Kaça kadar sayabildim, bilmiyorum. Saymaya başlayabildiğimden bile emin değilim :) Aşağıya ameliyatın iki bölüm halindeki görüntülerini ekliyorum.
Görüntüler, 3-4-5 ve 6. omurların çıkarılmasından sonra başlıyor. Açık olan omurilik zarı doğası gereği kapanma eğiliminde olduğu için açık halde sabitleniyor. Omurilikteki beyazımsı alanlar, hasarlı bölgeler. Kırmızı damarlı alanlar ise sağlıklı bölgeler. Beyaz alanlara çeşitli noktalardan toplam 10cc kök hücre enjekte ediliyor. Sonradan konan pişmaniyeye benzer maddeler tamamen doğalmış ve vücutta zamanla yok oluyormuş. Ameliyat sırasında omuriliğin zara yapışmış olan kısımları da ayrılıyor. Doktorum ayrıca omuriliğe baskı yapan bir omuru hafifçe geri çektiğini söyledi. Görüntülerde son olarak omurların yerlerine yerleştirilmiş ve titanyum çivilerle sabitlenmiş olduğu görülüyor. Süslü omurlarım olduğunu söylersem yalan olmaz :)
5 saat süren ameliyattan sonra yoğun bakım ünitesinde kendime geldim. Gözlerimi açtığımı, davul gibi şiş hissettiğimi, sonra annemin yanıma geldiğini hatırlıyorum. Meğer aşağıdaki bekleme alanındaki ekran aracılığıyla ameliyathaneden bilgi alabiliyorlarmış. İlk sütunda hastanın ismi, ikincide cinsiyeti, üçüncüde yaşı, dördüncüde ameliyatın türü, beşinci sütunda ise o sırada hangi aşamada olduğu yazıyor. Kırmızı yazı hastanın ameliyatta olduğu, lacivert yazı ise ameliyata hazırlandığı anlamına geliyor.
23 Haziran 2007 Cumartesi
Cafe Yerimm

Sonradan not: Cafe Yerimm maalesef çeşitli sebeplerle kapandı. Ama güzel anılarıyla gönlümüzdeki yeri baki :)
20 Haziran 2007 Çarşamba
Tamamen Asılsız Burç Yorumları
Düşündüm de, şu sanal ortama ilk girişimiz üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçmiş. 1996'da eve önce bilgisayar, ardından Superonline ve o günlerde bedava olan 0800'lü hatlarla birlikte internet gelmişti. İlk acemilik ve şaşkınlıkla "eee bu interneti edindik, peki şimdi napıcaz?" diye düşünür, sörf maceram o günlerde tek bildiğim web sitesi olan nba.com'a girmekten ibaret kalmaya mahkum görünürken okuldan arkadaşım Kenan uğradı. İnternette sohbet edildiğini, IRC diye bir kavramın ve mIrc adlı programın varlığını o gün ondan öğrendik. Bir servera bağlanıp #izmir kanalına girdik ve art arda akan satırları hayret ve ilgiyle izlerken "chat" maceramız başlamış oldu. Bir çok kişinin burun kıvırdığı, hatta kimilerinin korktuğu sohbet ortamında çok leziz arkadaşlar edindim. İşte bu arkadaşlardan ikisi benden, hazırladıkları bir web sitesi için burç yorumları yazmamı rica etmişti. Burçları ti'ye alan, gayriciddi bir yazı olacaktı. Ben de oturdum, aşağıdaki yorumları yazdım. Yazı yıllar sonra karşıma "Fw" mail içeriği olarak çıkıverince şaşırmadım desem yalan olur :) Biraz naftalin kokuyor olsa da burada da bulunsun bakalım..
Koç: Zekidir genelde koç burcu insanı ama her zaman belli etmez. Ne saman altından su yürütüp karda iz bırakmayandır onlar bilemezsiniz. Hobileri arasında gece mezarlıkta gezinti yapmak ve evin içinde balıkadam kıyafetiyle dolaşmak başlıcalarıdır. Aile bağlarına pek önem verirler, hatta ana kuzusudurlar desek abartmış olmayız. Uğurlu rengi horoz ibiği kırmızısı, uğurlu hayvanı tavşan, uğurlu bitkisi yosundur. Ortama kolay uyum sağlayan bu burca mensup ünlülerden bazıları Batman, Jay Leno ve 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir.
Boğa: Boğa burcu insanı çok farklı karakterlerde olabilir. Şöyledir böyledir demek zordur genelde. Çoğunlukla arkadaş canlısıdırlar ama... Tarihe baktığımızda öyle can alıcı bir olayın sorumlusu olarak bir boğa göremiyoruz. Bu yüzden ünlü bir boğa örnek vermek istediğimizde en fazla söyleyebileceğimiz isim Halit Akçatepe olabiliyor. Hobileri arasında amuda kalkmak, kurbağalama yüzmek ve kitapların son sayfasını okumak sayılabilir. Uğurlu giysisi atlet, uğurlu aleti tornavida, uğurlu rengi turuncu, uğurlu yüzyılı 22. yüzyıldır. Bir de güzel dans ettikleri söylenir (gören doğrulasın lütfen).
İkizler: En hazırcevap en şen şakrak burç insanı ikizlerdir desek yalan söylemiş olmayız kesinlikle. Ortamların aranan insanlarıdır, bu yüzden de şımarıktırlar. İlgi görmedikleri zaman yangın çıkarmak veya intihar teşebbüsünde bulunmak gibi yöntemlere başvururlar. Bazen çok acımasız olabilirler. Bu yüzden aşçılık, inşaat mühendisliği gibi mesleklere eğilimlidirler. Uğurlu hayvani kirpi, uğurlu oyuncağı Lego, uğurlu yılı 1842'dir. Tüh geçmiş, ne yazık.. Hobileri arasında Çarkıfelek izlemek başta gelir. Demek ki neymiş, ikizler burcunun bir özelliği de mazoşist olmasıymış.
Yengeç: İyi kalpli, yumuşak huylu, saftoriktir yengeç insanı. Arada karınca ezebilen cani örnekleri de çıkabilir ama o kadarı da olsun hani. Okullarda inek tabir edilen öğrencilerin çoğu yengeçtir. Onlar öğretmenlerin gözdesi, anne babaların diğer kardeşlere örnek gösterdiği çocukları ve hayvanları koruma derneği başkanıdırlar. Hobileri arasında telefon rehberi okumak, elmanın kabuğunu hiç koparmadan soymak ve ambalaj naylonu pıtlatmak bulunur. Uğurlu eşyası uzaktan kumanda, uğurlu ismi Ercan, uğurlu saati 13.45'tir. Hiç bir zaman patlamayacak olan bir fırtınanın öncesi sessizliği gibidirler. Zararsızdırlar, evde rahatça beslenebilirler.
Aslan: Pek kendilerini beğenmiş insanlardır aslanlar. Ayna karsısında saatler geçirdikleri yetmezmiş gibi nerde yansımalarını görseler en az 5 dk izlerler kendilerini. Bu bir kaşık bile olabilir, hatta kim yamuk yumuk görünürken bu kadar çekici olabilir diye de düşünürler onlar. Hobileri arasında süt banyosu yapmak, kertenkele avlamak, ilaç prospektüsleri okumak başlıca gelenleridir. Uğurlu temizlik malzemesi sabun, uğurlu harfi D, uğurlu denizi Akdeniz'dir. Bu burcun kendini yakın hissettiği hayvan ise akbabadır. Burcun ünlüleri arasında Ulubatlı Hasan, Garfield, enter tuşu ve Henry Burç vardır.
Başak: Burçların temizlik kolu başkanıdır başak. Titiz ve çekilmezdir. Abartıp evinde sigara içilmesine izin vermemeye kadar götürebilir olayı. Neron da bir başaktır. Evet evet bildiniz, o sebepten yandı koskoca Roma. Burcun diğer ünlüleri arasında Voltran'ı oluşturan elemanlar ve Lale Devri bulunur. En sevdikleri aktivite, dergilerdeki kadın fotoğraflarına bıyık çizmektir. Bundan arta kalan zamanlarında hayvanat bahçesi gezerler. Uğurlu selamlama biçimleri mereba naber, uğurlu börekleri talaş böreği, uğurlu yazarı Aziz Nesin'dir. Onlara güvenebilirsiniz ama aralık bir kapı bırakmanız sizin yararınıza olur. Burçlar arasında popülaritesine bakacak olursak pek aranan bir burç olmadığını söyleyebiliriz.
Terazi: Bugün hangi yemeği yapayım sorusunun mucidi bir terazidir. Onlar için deveye hendek atlatmak, karar vermek yanında hiç kalır. Bu yüzden onlarla alışverişe çıkmanız hiç hayrınıza olmayacak bir davranıştır. Genelde sekreterlik veya Formula1 pilotluğu gibi mesleklerde görürüz onları. Hobileri yoktur. Zaten bunun için zamanları da yoktur. Uğurlu deseni ekose, uğurlu ülkesi Arjantin, uğurlu oyunu saklambaçtır. Mutfakta pek maharetli bir burçtur terazi. Hatta donmuş yağları tavadan temizlemekte üstüne yoktur. Bu burcun en bir unlu mensubu Tarzan’dır. Onun dışında Fatih Sultan Mehmet, Hürriyet Anıtı ve Büyük İskender gibi daha silik isimleri de sayabiliriz.
Akrep: Her şeyi uçlarda yasayan bir burçtur akrep. Ya çok sıcak ya çok soğuk suyla banyo yapar, ılık kelimesini kullanmaz bile. Saçları ya 55cm ya 0.2mm olur. Her şeyde abartılıdırlar. Fanatik kelimesine anlamını kazandıran insanlar akrep burcudur. En büyük özellikleri yatağın sağ, sol, alt ve üst kısmında yatmalarıdır. Boş zamanlarında telefon tuşlarına basarak beste yapmayı, makrame yapmayı, rakiplerinin her türlü aktivitesini sabote etmeyi severler. Uğurlu sporları kriket, uğurlu notaları fa, uğurlu yönleri güneydir. Onlar hakkında hemen hüküm vermeyin, önce bir dinleyin, öğrenin nedir ne değildir. Herkes 2. bir şansı hak eder. Burcun en ünlüsü Rambo'dur.
Yay: Uyumlu, kibar, sakin, aslına bakarsanız biraz da gereksiz insanlardır yay burcu mensupları. Kolay etkilenirler. Küçüklüklerinde elma şekeri masalına en çok kanan onlardır. En büyük özellikleri asla aynı anda çorap ve terlik giymemeleridir. Onlara en çok rastladığımız meslekler bilim adamlığı, bahçıvanlık, dansözlüktür. Uğurlu kan grupları 0 rh+, uğurlu kafiye çeşitleri cinaslı, uğurlu elleri papaz dö per'dir. Burcun ünlüleri arasında Addams ailesi, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Kaptan Kirk'ü sayabiliriz hiç çekinmeden. Arada şefkat gösterelim onlara, sevelim, kabuklu yemiş atıp gönüllerini alalım.
Oğlak: Saf ve temiz kalplidir oğlak insanları. Arada Karındeşen Jack veya Cannibal Hannibal Lecter gibi istisnalar da olmuyor değildir hani. Ama genelde çiçek yetiştirip yavru kedi beslemek gibi hobilere sahiptirler. Çoğunlukla da veterinerlik veya santral memurluğu gibi mesleklere mensupturlar. Alaka aramayın, Karındeşen Jack kedi besliyordu belki, ne biliyorsunuz? Uğurlu rakamları pi sayısı ve 44'tür. Uğurlu rengi menekşe moru, uğurlu parmağı serçe parmağıdır. En büyük özelliği ise birayla votkayı asla karıştırmamasıdır. Bir oğlaksanız süper olmasanız da vasatın üstü olduğunuzu belirtelim.
Kova: Bir ukaladır bir şımarıktır kova insanı ki sormayın gitsin. Anaokulu öğretmeninden üniversite profesörlerine kadar otorite temsil eden herkese yaka silktiren bu burç mensupları her nasılsa iyi bir dost olabilirler. Bu da karıncaların nasıl ağırlıklarının kat kat fazlasını taşıdıkları gibi bir muammadır. Hobileri arasında defterlere kenar süsü yapmak ve balkon paspaslamak olan kova burcunun en büyük özelliği dans ederken partnerinin ayağına basmamasıdır. Uğurlu sayıları 2, 22 ve 222, uğurlu çizgi kahramanı Bugs Bunny'dir. Uğurlu yemeği ise lazanyadır.
Balık: Romantikmiş, duygusalmış, sulugözmüş yok böyle şeyler inanmayın. Balık burcu insanları da gayet sizin bizim gibidirler. Aslında onlar için sıradan desek de hiç abartmış olmayız. En büyük özelliği renklilerle beyazları asla bir arada yıkamamalarıdır. Oyuncak tüylü ayılarıyla uyumak ve banyoda marş söylemek gibi alışkanlıkları vardır. Ne de şirin olabilirler bazen aman da hanimiş diyesiniz gelir. Küçüklükte hep astrofizik mühendisi olmak isteseler de genelde öğretmen olurlar. Uğurlu bir şeyleri yoktur. Batıl inançları çoktur. Yazık di mi, uğurlu bir rakamları bile yok buna karşın...












19 Haziran 2007 Salı
Moli Hanım & Misket Bey
Bizim evin neşesi tanımı her ne kadar klişe de olsa Moli ve Misket'i düşündüğümde ilk aklıma gelen bu. Hatta onlarsız evin nasıl olacağını düşünemiyorum bile. Moli 1994'ten beri bizimle, Misket de 2001'den beri. Misket yabanidir, kendini 10 saniyeden fazla sevdirmez (mama vereceğinizi sanmıyorsa tabii, o zaman biraz daha tahammül gösterebiliyor :) Moli ise saatlerce sevilse doymaz. Birbirlerinden bu kadar farklılar ama her nasılsa yıllardır aynı çatı altında birbirlerini yemeden yaşayabiliyorlar. Moli'nin ara sıra Misket'in üzerine koşmak suretiyle yaptığı güç gösterilerini saymıyorum, zaten sanırım Misket de fazla ciddiye almıyor kendisini :) Öyle zamanlarda söylene söylene kendini yüksek bir yere atıveriyor. İkisi de vakti zamanında anneme ilham olmuş, birer yazı yazdırmış. Dilerseniz Moli hakkında olanı buradan, Misket hakkında olanı ise buradan okuyabilirsiniz. Aslında ikisi hakkında da satırlarca yazabilir, bunca yıldır bize nasıl birer yoldaş olduklarını anlatabilirim ama bazen fotoğraflar bu işi âlâsıyla yapabiliyor :)
Not: Dilerseniz sol alttaki hoparlöre tıklayarak slaydı müzik eşliğinde izleyebilirsiniz. Şarkıcının ismi ve resmi bir-iki saniye sonra kayboluyor :)
Not: Dilerseniz sol alttaki hoparlöre tıklayarak slaydı müzik eşliğinde izleyebilirsiniz. Şarkıcının ismi ve resmi bir-iki saniye sonra kayboluyor :)
18 Haziran 2007 Pazartesi
Abocimden Kahve Tarifi

İlk ameliyat için Kore'ye gidip döndükten sonraki sohbetlerimizde en çok özlediğimiz tatlar arasında Türk kahvesi olduğunu söylememizi unutmayan sayın Meryem Hanım, ikinci gidişimiz öncesinde elinde pratik bir kahve makinesi (aslında bir nevi plastik bardak şeklinde su ısıtıcısı) ve iki paket kahveyle çıkageldi. "Abla bak çok kolay, suyu, şekeri ve kahveyi koyuyorsun hemen pişiyor," şeklinde tarif ettikten sonra hemen birer fincan kahve yapıldı ve başarılı sonuç elde edildi. Oldukça küçük ve hafif, dolayısıyla yolculukta taşımak için de idealdi.
Kore'ye gittik, hastaneye yerleştik ve ameliyat gününü beklemeye koyulduk. Tabii o arada kahvelerimizi içiyor, hatta doktorlarımıza ve hemşirelere bile ikram ediyorduk. Fincandakinin hepsini bitirmemenin ayıp olacağını düşünerek dibindeki telveleri de içmeye kalktıkları için ilk kez içenleri dikkatle izliyor, telve faslında uyarıyorduk. Türk kahvesini beğenmeyen Koreli'ye rastlamadık. Ya da kibarlık etmeyip beğenmediğini söyleyene :) Fal bakıldığını söylediğimizde ise özellikle hemşirelerin büyük ilgisiyle karşılaştık. Kadınlar her yerde aynı :)
Annemin teşvikiyle abocim de makinede kahve yapmayı öğrendi. Aşağıda bu yazının yazılma sebebi olan ve her izlediğimde beni gülümseten videoyu bulacaksınız. Tekrar izlediğimde bunu mutlaka paylaşmam gerektiğini düşündüm. İnsanlar kendilerini gülümsetenleri daha çok paylaşmalı. Şimdi kahve tarifini bir de abocimden dinleyin :)
Bilmeyenler için not: Aboci, Kore dilinde baba demek. Küçüklüğümden beri öyle seslenmeye alışmışım ben de.
17 Haziran 2007 Pazar
Kımız Çiftliği
Kımız Çiftliği'nden bahsetmişken dünkü gezimizi anlatayım biraz. Aydan'ın iş arkadaşı Gözde'nin ona yaptığı "hadi kımız çiftliğine gidip ata binelim" teklifine annem, Moli ve ben de beklenmedik
şekilde dahil olduk. Aslında niyetim evde serin serin kitap okumakken kendimi arabada Kemalpaşa'ya gider buldum. Aslında Kımız Çiftliği, Kemalpaşa'yı biraz geçince sağ tarafta. Ana yoldan ayrılınca bir müddet dar, toprak bir yolda ilerledikten sonra çakıl kaplı geniş bir park yerine girdik. İnerken arabanın göstergesinden sıcaklığın 35 derece olduğunu öğrenmemiz cesaretimizi kırmadı.
Karnımız çok aç olduğundan önce klimalı restoran bölümüne yöneldik ancak evcil hayvanların içeri kabul edilmediğini öğrendik. Moli'yi o sıcakta arabada bırakamazdık, dışarı da bırakmaya çekindik zira çiftliğin köpeklerinin pek dost canlısı olmadığını ve yabancı köpeklere saldırabileceğini söylemişlerdi. Söyleyenler ise
Aybars ve Coybars adında iki çocuk. İsimlerinin anlamı aslan ve kaplanmış. Neyse, dışarıda çardak gibi gölgeli bir bölümde plastik masa ve sandalyeler vardı, hep beraber oraya geçtik. Restorandaki çekik gözlü hanım garsonlar yemek servisini dışarı yapabileceklerini söylemişti. Sonradan öğrendiğimize göre Türkiye'de üniversitede okuyan ve yardım amacıyla orada bulunan Kazak kızlarmış kendileri. Mönüde geleneksel yemeklerden örnekler de vardı, buharda mantıyı Kore'nin mandu'suna benzettik biraz :)
1993'te kurulmuş olan Kımız Çiftliği'nde bir de otağ vardı ancak ziyaret saati 12-17 arası olduğu için girip görme imkanımız olmadı. Yemekten sonra Aydan ve Gözde ata binmeye gittiler. 30
dakikalık ata binme ücreti 19 YTL imiş. Atlar çok munis ve insancıl görünüyordu. 3-4 yaşındaki çocuklar bile korkmadan biniyorlardı. 30 dakikalık süre içerisinde çiftliğin çevresinde geniş bir tur atıyorlarmış. Bu fotoğrafı turun başlangıcında çekmiştik. Hanımlar sanki 40 yıllık biniciymiş gibi rahat görünüyordu :) Çok keyifli bir deneyim olduğunu ve tavsiye ettiklerini söylediler. Atlara akşam yediye kadar binilebiliyormuş.
Kımız Çiftliği'ne gidip kımız içmeden dönmüş olduğumuzu itiraf edip etmemekte kararsız kaldım ama akıllarda böyle bir soru oluşacağını tahmin ettiğimden cevapsız bırakmak istemedim. Aslında tadını çok da merak ediyordum ama kımız içmek ve otağı görmek bir dahaki ziyaretimize kaldı. Neyse ki gidiş kolay, hem çok da yakın, Gözde'nin deyişiyle burnumuzun ucu :)

Karnımız çok aç olduğundan önce klimalı restoran bölümüne yöneldik ancak evcil hayvanların içeri kabul edilmediğini öğrendik. Moli'yi o sıcakta arabada bırakamazdık, dışarı da bırakmaya çekindik zira çiftliğin köpeklerinin pek dost canlısı olmadığını ve yabancı köpeklere saldırabileceğini söylemişlerdi. Söyleyenler ise

1993'te kurulmuş olan Kımız Çiftliği'nde bir de otağ vardı ancak ziyaret saati 12-17 arası olduğu için girip görme imkanımız olmadı. Yemekten sonra Aydan ve Gözde ata binmeye gittiler. 30

Kımız Çiftliği'ne gidip kımız içmeden dönmüş olduğumuzu itiraf edip etmemekte kararsız kaldım ama akıllarda böyle bir soru oluşacağını tahmin ettiğimden cevapsız bırakmak istemedim. Aslında tadını çok da merak ediyordum ama kımız içmek ve otağı görmek bir dahaki ziyaretimize kaldı. Neyse ki gidiş kolay, hem çok da yakın, Gözde'nin deyişiyle burnumuzun ucu :)
Başlıktaki Fotoğraf

Blogun orasını burasını kurcalarken başlık yazısının arkasına resim koyabileceğimi keşfettim. Kafamdaki deniz, mavi ve İzmir düşünceleri beni arşivimdeki fotoğraflara götürdü. Vakti zamanında bilumum İzmir fotoğrafını arşive atmışım ancak şimdi kaynağını hatırlamıyorum. Belki gelen bir maildeydi belki de webde rastlayıp beğenip kaydetmiştim, o kısım muğlak.
Diyeceğim o ki; işte bu başlıktaki fotoğraf onlardan biri. Çeken kişi de (ellerine sağlık) Erhan Sürücüoğlu'ymuş. Affına sığınarak estetik kaygılarla fotoğrafı biraz kesip biçtim. Ama orijinal halini bu yazıda yayınlıyorum, buyrunuz.
Sorumlusu YouTube'dur
Bir zamanlar ne olduğunu hatırlayamadığım bir sebeple (muhtemelen bir videoyu protesto ve ihbar etmek içindi) YouTube efendiye üye olmuşum. Dijital makineyle mütemadiyen fotoğraf ve video çeken bir aile olmamıza rağmen daha önce hiçbirini web ortamına yükleme fikri aklımdan geçmemişti. Ta ki dün Kemalpaşa'daki Kımız Çiftliği'ne gidip de yemyeşil ortamı, sıcaktan bunalan Moli'nin küllükten su içişini ve Aydan'ın hayatında ilk kez ata binişini görüntüleyene dek. Ata binme kısmı dışındakiler aslında o kadar da ilginç değil, her yerde yeşillik var ve Moli de envai çeşit kaptan su içmişti zaten. Ama bu kez şunları bir yükleyeyim bakalım dedim. Bunu dememdeki en büyük etken ise geçenlerde Total Video Converter adlı programı kurmuş olup .avi dosyalarının .mpeg'e çevrilmesiyle boyutunun bir hayli küçüldüğünü ve yükleme işleminin içimi baymayacağını keşfetmemdir.
Her neyse, dosyayı dönüştürme işlemini tamamlayıp YouTube'a yükledikten sonra bir de ne göreyim? YouTube çeşitli blog sunucunun linkini verip "videolarınızı blogunuzda da kolayca yayınlayabilirsiniz, işte hemen buyrun tıklayın üye olun" demekte. Bu çağrıya çalışıyor olmama rağmen kulak verip işte bu blogun sahibi olmuşumdur, hayırlı uğurlu olsundur. Tamam, pazar rehaveti dolayısıyla aklımı pek işe veremeyişim de en az Youtube kadar etkendir. Bakalım önümüzdeki maçlar neler gösterecek..
Her neyse, dosyayı dönüştürme işlemini tamamlayıp YouTube'a yükledikten sonra bir de ne göreyim? YouTube çeşitli blog sunucunun linkini verip "videolarınızı blogunuzda da kolayca yayınlayabilirsiniz, işte hemen buyrun tıklayın üye olun" demekte. Bu çağrıya çalışıyor olmama rağmen kulak verip işte bu blogun sahibi olmuşumdur, hayırlı uğurlu olsundur. Tamam, pazar rehaveti dolayısıyla aklımı pek işe veremeyişim de en az Youtube kadar etkendir. Bakalım önümüzdeki maçlar neler gösterecek..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)