20 Mayıs 2008 Salı

Bu gençler bayramı Assos'ta kutladı :)

Mayıs her sene dört gözle beklediğim, en sevdiğim, bir o kadar da çabuk geçiveren ay. Bu sene Mayıs ayında Çanakkale yolculuğu, benim için olabilecek en güzel sürprizlerden biriydi. Çanakkale’yi oldum olası görmek istemişimdir. Son bir senede methini giderek daha çok duyar olmuştum, tanıdığım bir çok kişi de gidip görmüş, beğenisini dile getirmişti. ‘Bir gün ben de gideceğim kısmetse’ diye düşünüyordum. Meğer o ‘bir gün’ pek yakınmış :)



Aslında Çanakkale’yi seven ve benim de görmek istediğimi bilen İlker önayak olmasaydı belki hala görmemiş olacaktım. O gidelim deyince, ben de 19 Mayıs Gençlik Bayramı tatilinin Pazartesi’ye denk geldiğini fark edince geriye yolculuk planını ve otel rezervasyonu yapmak kaldı. Rezervasyonu yola çıkmaya bir hafta on gün kala halletmeye kalkınca Çanakkale’deki bütün otellerin o tarihte dolu olduğunu keşfettik. İnternette otel isimleri arıyor, telefonla soruyor, ardı ardına “dolu” cevabı alıyordum. Yaklaşık yirmi beş telefon görüşmesinden sonra, tam ümidim tükenmek üzereyken Albena Hotel’den Sibel Hanım mutlu haberi verdi. Tek seçeneğimiz olan otel, şansımıza her yönüyle harika çıktı :)



17 Mayıs Cumartesi sabahı saat 8’de arabaya atladık ve yolculuğumuz başladı. Kahvaltı etmediğimiz için epey açtık ama karnımızı bildik yerlerde doyurmamaya, yeni bir yer keşfetmeye karar verdiğimiz için İzmir dışına çıkana kadar bekledik, iyi ki de beklemişiz. Bergama’dan hemen önce, Çanakkale’ye dönülen kavşaktan geçtikten bir süre sonra Zeytindalı adında bir yerin tabelasını gördük ve kahvaltımızı orada yapmaya karar verdik. Adeta cennetten bir köşe bulacağımızı hiç beklemiyorduk doğrusu. Yemyeşil ağaçlarıyla, rengarenk çiçekleriyle, içinde ördekler yüzen göleti, çocuk parkı, tavşandan tavus kuşuna hayvanları, muhteşem kahvaltısıyla gerçekten çok güzel bir yerdi. Bu güzel ortamda leziz yiyeceklere ve manzaraya öylesine dalmışız ki saate tekrar baktığımızda bir saatten fazla bir süre geçmiş olduğunu görüp şaşırdık. Yolcu yolunda gerekti. Keyif kahvelerimizi içip kalktık.



Rahat bir yolculuğun ardından saat iki gibi otele vardık. Dağ yolundan geçerken gördüğümüz manzaralı kahvede bir çay içmeyi de aklımızın bir köşesine not ettik. Resepsiyondaki Nalan Hanım bize odalarımızın anahtarını verdi ve yerleştik. Otel personeli ve müdür İhsan Bey’in sıcak konukseverliği ve saygılı hizmetinden bahsetmemek olmaz. Orada kaldığımız iki gün boyunca tek bir hoşnutsuzluğumuz dahi olmadı. Çiçekleri, çimleri, atları, hamakları, havuzuyla gerçekten çok keyifli bir ortamdı. İlk günün geri kalanını yolculuğun yorgunluğunu atmak ve sohbetle geçirdik. Otelin yakınındaki ev yemekleri lokantasında kabak çiçeği dolması tattık, nefis zeytinyağlı sarmadan yedik. Akşam biraz serindi ama hem deniz hem dağ havası almak gerçekten güzeldi.


Ertesi sabah kahvaltının ardından Behramkale’ye gittik. Arabaları aşağıda park edip taş döşeli yokuştan çıkmaya başladık. Yokuşun hemen başındaki güleryüzlü Şadiye Teyze’yi görüp de yanına gitmemek mümkün değildi. Oturduğu yerden tatlı tatlı gülümsüyor, bereket için sattığı örgü ipleri ve nazardan koruyan tahtaları gösteriyordu. Onunkine benzer tezgahlar yokuşun iki yanında sıralanmıştı. Yöreye özgü rengarenk hediyelikler ve zeytin kavanozları gittiğimiz her yerde karşımıza çıktı. Hava oldukça sıcaktı, yokuşu tırmanırken arkadaşın deyimiyle “Behram Behram” terledik :p



İlker ve ben ilk yokuşun tepesindeki muhteşem manzaralı Assos Aile Çay Bahçesi’nde otururken diğerleri daha dik ve uzun olan yokuşu tırmanıp Akropol’ü gördü. Tekerlekli sandalyeyle çıkılması neredeyse imkansız olduğu için biz aşağıda kaldık. Serinliğin ve manzaranın tadını çıkararak çayımızı kahvemizi içtik ve sohbet ederek bekledik. Fincanda yapılmış kahveden ilk yudumu aldığımda sakız tadını hemen fark ettim. İlk defa içtiğim sakızlı kahve benim için hoş bir sürpriz oldu.



Diğerleri yanımıza geldikten sonra çay bahçesinde bir süre daha oturup arabalara döndük. Antik iskeleyi görmeye niyetlendik ama denize inen dar ve virajlı yolun sadece bir noktasına kadar gidebildik. İlerisi çok kalabalık olduğu için arabaları bir alanda bekletiyorlardı. Beklememeye karar verip masmavi deniz manzarasını kâr sayarak geri döndük ve Yeşilyurt’a doğru yola koyulduk. Dağ yolunda deniz manzarası yine muhteşemdi. Orada kaldığımız süre boyunca deniz hep çarşaf gibi dümdüzdü.


Yeşilyurt Köyü’nün meydanında park edip arabalardan indik ve meydandaki koca çınarın gölgesinde biraz durduk. Bir yanımızda güller içinde bir çay bahçesi, bir yanımızda tarihi denebilecek ‘Tad Bakkal’ vardı. Eski evler meydanı çevreliyordu. Yine taşlarla döşenmiş dar bir yokuştan çıktık; tarih ve çiçek kokan havayı soluyarak fotoğraflar çektik. Bu arada karnımız iyiden iyiye acıkmıştı. Köyden ayrılıp tekrar dağ yoluna çıktık ve daha önce orada yemek yemiş olan İlker’in tavsiyesiyle Çamtepe’de durduk. Çocukluğumdan beri böyle güzel köfte yememiştim desem yalan olmaz :) Yoğurt, ayran ve salata da muhteşemdi.



Tıka basa doyduktan sonra (orada sofraya oturup az yemek mümkün değil) Truva’ya doğru yola koyulduk. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından biletlerimizi aldık ve yerli yabancı turistlerle birlikte içeri girdik. Elbette Truva Atı’nı gördük, kalıntıları gezdik, bolca fotoğraf çektik. Kendimi bildim bileli haberdar olduğum, fotoğraflarını, televizyonda görüntülerini gördüğüm yerlerde bizzat bulunmak bambaşka bir histi. Bu anları sevdiğim insanlarla paylaşmak ise ayrı bir mutluluk oldu.



Günün yorgunluğu ve sıcağın etkisiyle pilimiz bitmeye yüz tutunca otele döndük. Odalarımızda dinlendikten sonra birkaç lokma atıştırarak (Çamtepe’deki öğünden sonra hala acıkmamıştık) havuz başına geçtik. Gitar ve klarnet çalan iki gencin yaptığı canlı müzik eşliğinde rakılar yudumlandı, muhabbet edildi. Çok keyifli bir geceydi. Şarkılardan fal bile tuttuk :)


Zaman nasıl olduğunu anlayamadığımız bir hızla geçmiş, dönüş günü gelip çatmıştı. Havuz ile çiçeklerle dolu bahçenin arasında kalan masalardan birine oturup kahvaltımızı yaptıktan sonra toparlandık ve biraz oyalandıktan sonra otelden ayrıldık. Açıkçası o güzel ortamdan ayrılmayı hiç istemedik. Koydan tepeye doğru tırmanan dar yolda kuş seslerini dinleyerek ilerledikten sonra tekrar dağ yoluna çıktık ve gelirken görüp oturmayı kafaya koyduğumuz manzaralı kahvede durduk. Şansımıza en kenardaki masalardan biri yeni boşalmıştı. Menemen, gözleme ve çayın tadı muhteşem manzarayla daha da güzelleşmişti sanki. Karnımızı doyurduktan sonra gönülsüzce de olsa kalktık ve İzmir’e doğru yola koyulduk. Adatepe’deki Zeytinyağı Müzesi’nden, önünde yazdığı gibi Kaz Dağı’nın asıl altını olan zeytinyağlarından alıp yola devam ettik ve yorgun ama mutlu bir şekilde evlerimize vardık.


Böylece bu sene Türkiye’nin daha önce görmediğim en az üç yerini görme dileğimin bir ayağı daha gerçekleşmiş oldu. İki yolculuk da o kadar keyifliydi ki aslında on yere bedel sayılabilir. Benim için harika deneyimlerdi. Mutluyum ve şanslıyım, darısı bu yazıyı okuyan herkesin başına :)


4 yorum:

Unknown dedi ki...

Canan cım gercekten cok ımrendım ve sen ne zaman geldın ne zaman yazdın ve ne zaman bu yazını ekledın.. HELAL OLSUN !! Oylesıne guzel anlatımın var kı gercekten sankı senın yanıbasında ben de Canakkale turu yapmısım gıbı hıssettım...Sana bol bol gezmek ve bol bol yazmak cok yakısıyor:)

Canan dedi ki...

Gördüklerimiz, yaptıklarımız hala zihnimde tazeyken bir an önce yazıya döküp paylaşmak istedim :)

rengahenk dedi ki...

O kadar ayrıntıyı nasıl aklında tutuyorsun bilmiyorum =)
Birlikte gidilen geziden sonra buradaki yazını daha bir anlamıştım o muhteşem gözlem yeteneğini... Zira aynı yerde aynı şeylere bakarken sen benim göremediklerimi de yazmıştın buraya.
Hakikaten gidip görmüş gibi oluyor insan okudukça ama senin yanında, yakınında olmak hiç bir şeyle kıyaslanamaz =)

Adsız dedi ki...

Canan ablacığım,yazdıklarının yanı sıra anlatımında resimlere de yer vermen insanın gitme iştahını daha da bir kabartıyor.Gerçekten ilk bulduğum fırsatta Çanakkale'yi görmek için yola çıkmaya karar verdim.Ama sizinle gitmekte ayrı bir keyif olurdu,bu da bir gerçek:)
Kore maceranızı da büyük bir heyecanla bekliyorum.Allah umutlarımızı yanıltmasın,oradan bizlere ayaklanarak dönmeni tüm kalbimle diliyorum.Dünyada bizi mutlu edecek tek ayaklanma senin ayaklanman olacaktır.Seni seviyorum...